Şiddetin Sessiz Tanığı: Doğa
Karpaz’da bir eşeğe sigara içirildiği görüntüler sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. İlk bakışta sadece bir hayvana uygulanan şiddet gibi görünen bu olay, aslında çok daha derin bir toplumsal ve çevresel soruna işaret ediyor. Hayvanlara yönelik kötü muamelenin yalnızca bireysel bir vicdansızlık değil, aynı zamanda doğaya, canlılara ve etik değerlere karşı kökleşmiş bir duyarsızlık olduğunu söyleyen uzmanlar, bu tür olayların ekosistemden toplumsal yapıya kadar uzanan zincirleme etkiler doğurabileceği konusunda uyarıyor.
Bu kapsamda, konuyu Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ) Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nihal Bayır ile derinlemesine ele aldık. Bayır, hayvan refahı ile çevre etiği arasında güçlü bir bağ bulunduğunu vurgularken, Karpaz’da yaşanan olayın, doğaya insan merkezli yaklaşımın ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabileceğinin çarpıcı bir örneği olduğunu belirtiyor. Hayvana şiddetin çevresel sürdürülebilirlikten kırsal kalkınmaya, toplumsal empati yoksunluğundan etik sorumluluğa kadar uzanan çok boyutlu etkilerini Yrd. Doç. Dr. Nihal Bayır aktarıyor;

1. Karpaz’da yaşanan son olayları, (bir eşeğe sigara yedirilmesi), doğa koruma bilinci ve çevre etiği açısından değerlendirebilir misiniz? Bu gibi olayların yaşanması ve yaşanma ihtimalinin devam ediyor olmasının ekosisteme ne gibi etkileri olabilir?
Geçtiğimiz günlerde yaşanan bir eşeğe sigara yedirilmesi olayını bireysel bir hayvana şiddet olayı şeklinde değerlendirmek mümkün değildir. Bu olay, aynı zamanda doğa koruma bilinci ve çevre etiği açısından ciddi sorunlara işaret eder. Doğa koruma bilinci açısından bakıldığında hayvan haklarının gözardı edildiğini gösterir. Hayvanların duyguları olduğu gerçeği de hiçbir şekilde dikkate alınmaz. Eğitim yoluyla yeterli hayvan ve doğa sevgisinin bireylere aşılanamadığı gerçeği ortaya çıkar. Doğa sadece kullanılabilir bir kaynak olarak kabul edilir. Çevre etiği açısından bakıldığında, eşeğe yapılan bu muamele insan merkezli bir anlayışın örneğidir. Yani doğanın sadece ve sadece insan için varolduğu düşüncesi söz konusudur. Hayvanların birer birey olarak değer görmemesi onların da yaşama hak ve refahı olduğu gerçeğinin kabul edilmemesine sebep olur. Etik açıdan bu davranışlar sadece hayvanlara değil aynı zamanda toplumun ortak değerlerine ve doğaya da zarar verir.
Bu tür olaylar izole gibi görülse bile daha büyük ekolojik sonuçlar doğurabilir. Yaban hayatı ile iç içe olan bölgelerde hayvanlara yapılan kötü muamele, diğer türler için de tehdit oluşturabilir, ekosistem içersinde var olan güven ve huzuru bozabilir. Yerel türlerin strese girmesi, göç etmesi veya üreme davranışlarının bozulması gibi zincirleme etkiler doğurabilir, bu da doğal dengenin bozulması anlamına gelir. Toplumsal anlamda bu tür olaylar doğayla barışık yaşama kültürünü zayıflatır, ve tabi ki turizme dolayısı ile de yerel ekonomiye zarar verir.
2. Biyolojik çeşitlilik ve ekosistem dengesi açısından evcil ya da yabani hayvanlara yapılan bu tarz davranış ve müdahalelerin sonuçları nelerdir?
Özellikle Karpaz gibi biyolojik olarak hassas bölgelerdeki yaban eşekleri gibi türler, dış müdahalelerle sağlıklarını, davranışsal dengelerini veya üreme düzenlerini kaybedebilir. Bazı türler zarar gördükçe, onlarla beslenen ya da onların beslendiği diğer türlerde de zincirleme etkiler görülür. Sürekli rahatsız edilen veya şiddete maruz kalan hayvanlar, doğal davranışlarından sapabilir, örneğin insanlardan korkabilir ya da saldırganlaşabilir. Yaban hayat gözlemine dayalı ekoturizm, hayvanların sağlığına ve görünürlüğüne bağlıdır. İnsan müdahalesiyle zarar gören hayvanlar ekoturizmi olumsuz etkileyebilir. Doğal türlerin sayısı azalınca, boş kalan ekolojik nişlere daha dayanıklı ama zararlı istilacı türler yerleşebilir. Tohum dağılımı, döngüler ve doğal süreçler zarar görür; mesela otobur hayvanlar bitki popülasyonunu kontrol altında tutar, dışkılarıyla toprağı besler. Bu hayvanlara zarar verilmesi, bu işlevlerin ortadan kalkmasına sebep olur. Hayvana şiddet bir kez normalleşirse, çevreye yönelik başka zararlar da meşrulaşabilir. Doğal alanlara olan toplumsal saygı ve aidiyet duygusu azalırsa, doğayı korumak daha da zorlaşır.
3. Hayvanlara yapılan kötü muamele sadece bireysel bir etik sorun mu, yoksa daha geniş bir çevresel zihniyetin parçası mı? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bir hayvana zarar vermek bireyin ahlaki değerleri, empati kapasitesi ve sorumluluk bilinciyle ilgilidir. Burada vicdan, merhamet, adalet gibi temel etik ilkelerin ihlali söz konusudur. Bu seviyedeki insanlar canlıyı bir eşya gibi görür; duygularını önemsemez. Fakat bu bireysel davranışlar bir boşlukta değil, belirli bir kültürel ve çevresel yapı içinde ortaya çıkar. Bu tür kötü davranışlar, doğa ve diğer canlılar üzerinde hâkimiyet kurma düşüncesinin bir sonucudur. Hayvanların sadece insana hizmet ettiği sürece değerli görüldüğü bir zihniyet, onları sömürülecek varlıklar olarak kabul eder. Bu anlayış, sadece hayvana değil; genel anlamda doğaya saygısızlığa dönüşür. Yani hayvana şiddet, doğayı araçsallaştıran ve çevreyi kulan at mantığıyla tüketen bir kültürel yapının yansımasıdır.
4. Hayvan hakları ile çevre koruma arasında nasıl bir ilişki kurabiliriz?
Hayvan hakları ile çevre koruma arasında doğrudan, derin ve karşılıklı bir ilişki vardır. Her iki alan da insan merkezli olmayan, daha kapsayıcı ve etik bir bakış açısıyla doğaya yaklaşmayı hedefler. Hem hayvan hakları hem de çevre koruma şiddetsizlik ilkesine dayanır; empati, sorumluluk, adalet gibi etik değerleri ön planda tutar; insan-doğa ilişkisini yeniden tanımlar - insanı doğanın efendisi değil, bir parçası olarak konumlandırır.
5. Bu tür olayların önlenmesinde çevre eğitimi ve bilinçlendirme nasıl bir rol oynayabilir?
İnsanlar genellikle doğaya ve hayvanlara neden saygı duymaları gerektiğinin farkında değildirler. Çevre eğitimi, sadece bilgi vermekle kalmaz, aynı zamanda duyarlılık kazandırır, değerleri şekillendirir ve en önemlisi davranış değişikliğini hedefler. Empati kurmayı, ortak yaşam bilincini ve etik sorumluluğu geliştirir. Kamu spotları, belgeseller, sosyal medya kampanyaları ve yerel medya aracılığıyla duyarlılık artırılabilir. Eğitim ve bilinçlendirme faaliyetlei sayesinde; hayvanlara zarar veren birey sayısı azalır, çünkü davranışların sonuçları anlaşılır; doğal alanlara yönelik daha saygılı, sürdürülebilir bir yaklaşım gelişir; toplumsal duyarlılık artar; vatandaşlar çevreyi ve hayvanları korumada daha aktif rol alır; yasaların desteklenmesi kolaylaşır çünkü bilinçli bireyler haklarını ve sorumluluklarını bilir.
6. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan halkın çevresel farkındalığını artırmak için hangi adımlar atılmalı?
Köy kahveleri, muhtarlıklar, tarım kooperatifleri gibi yerel merkezlerde, halkın kolay ulaşabileceği alanlarda çevre eğitimleri düzenlenmeli. Eğitimler teorik değil, doğrudan yaşantıya dayalı, uygulamalı ve görsel materyallerle desteklenmeli. Eğitim içerikleri, günlük yaşama entegre olacak şekilde hazırlanmalı. İmamlar, öğretmenler, muhtarlar gibi yerelde sözü geçen bireyler bu sürece aktif şekilde dahil edilmeli. Yazılı materyaller yerine video gösterimleri, kısa filmler, afişler, radyo anonsları gibi daha etkili yöntemler tercih edilmeli. Gençler ve çocuklar için doğa oyunları, çevre temalı yarışmalar, tiyatro etkinlikleri gibi yaratıcı yöntemler kullanılmalı. Ağaç dikimi, geri dönüşüm uygulamaları, sokak hayvanlarına barınak yapımı gibi somut projelere halk dahil edilmeli. Halkın, doğayı ve hayvanları koruma hakkının yanında sorumluluklarının da farkında olması sağlanmalı. Özellikle halk yasal yaptırımlardan haberdar edilmeli. Kırsalda çevresel farkındalık oluşturmak için yerel gerçekliklere uygun, katılımcı, somut uygulamalara dayalı, saygılı ve empati temelli bir yaklaşım benimsenmelidir.

7. Bu tarz bireysel sorumsuzlukların çevresel sürdürülebilirliğe dolaylı etkileri nelerdir?
Hayvanlara yönelik kötü muamele ekosistemdeki doğal döngüleri bozar. Özellikle kırsal bölgelerde bu tür davranışlar, yaban hayatı ürküterek hayvanların göç etmesine veya üreme döngülerinin bozulmasına neden olabilir. Bu durum, biyoçeşitliliğin azalmasına ve yerel ekolojik dengeyi sağlayan unsurların ortadan kalkmasına yol açar. Bireylerin su kaynaklarını kirletmesi, çöpü doğaya atması, ormanlık alanlarda dikkatsizce ateş yakması gibi davranışlar, uzun vadede doğal kaynakların sürdürülebilirliğini tehlikeye atar. Her bireysel sorumsuzluk, çevresindeki insanlar üzerinde de olumsuz bir model oluşturur. O yapıyor, ben de yapabilirim mantığıyla kural tanımazlık ve duyarsızlık yaygınlaşır. Özellikle turizm, tarım ve hayvancılığa dayalı bölgelerde çevreye zarar vermek, doğrudan ekonomik kayıplara yol açabilir. Bireylerin sorumsuzca davranması, çevre eğitimi ve politikalarının sahada karşılık bulmasını zorlaştırır. Hayvanlara ve çevreye zarar veren davranışlar, insanların doğayla olan duygusal ve kültürel bağlarını koparır.
8. Hayvanlara zarar verilmesinin toplumun genel çevreye bakış açısıyla ilişkisi var mı? Çevre bilincinin düşük olduğu toplumlarda hayvan refahına da duyarsızlık mı gözleniyor?
Çevreye duyarsızlık ile hayvanlara duyarsızlık aynı bireysel ve toplumsal değer eksikliklerinden kaynaklanır; empati yoksunluğu, etik sorumluluk bilincinin gelişmemesi eğitimsizlik ve bilgi eksikliği, insanın üstün, doğanın ve hayvanların ise araç olduğu düşüncesi. Hayvanlara değer veren bir toplum, genellikle doğaya da değer verir. Çünkü hayvanları doğadan ayrı görmez. Örneğin, sokak hayvanlarını besleyen biri çoğu zaman çevre temizliğine de özen gösterir; ağaç dikimini önemseyen biri, yaban hayvanlarının yaşam alanlarını da korumaya çalışır. Çevre bilincinin düşük olduğu toplumlarda; hayvanlara yönelik şiddet vakaları daha yaygındır, sokak hayvanları görmezden gelinir, sorun olarak görülür, barınaklar ihmal edilir, yasalar uygulanmaz, bu duyarsızlık, zamanla insanlar arası empati eksikliğine bile yol açabilir.
9. Çevresel etik bağlamında bireylerin ve devletin sorumluluğu nedir?
Bireylerin en başta çevreye karşı bir davranış sorumlulukları vardır. Günlük yaşamda çevreye zarar vermeyecek şekilde yaşamak, hayvanlara ve doğaya saygılı bir tutum benimsemek, sessiz kalmayarak çevresel kötülüklere karşı tepki göstermek durumundadırlar. Bireylerin aynı zamanda bilgi ve toplumsal katılım sorumlulukları da vardır. Bireyler çevreyle ilgili konularda bilinçlenmek, araştırmak ve öğrendiklerini paylaşmak; çocuklarına ve çevrelerindeki kişilere doğa sevgisini ve sorumluluğunu aşılamakla yükümlüdürler. Bunun yanında çevresel sivil toplum kuruluşlarına destek vermek, gönüllü olmak, ve yerel yönetimlerin çevreyle ilgili kararlarına katılım sağlamak bireylerin sorumlulukları arasındadır. Devletin ise en başta yasa ve denetim sorumluluğu vardır. Çevreyi ve hayvanları koruyan yasal düzenlemeleri oluşturmak ve etkin şekilde uygulamak, birey ya da şirket kaynaklı çevre suçlarına karşı etkili denetim ve cezai yaptırımlar uygulamak, çevreye zarar veren davranışların cezasız kalmamasını sağlamak devletin görevleri arasındadır. Okullarda çevre eğitimini zorunlu hale getirmek, medya kampanyaları, kamu spotları, afişler yoluyla halkı bilinçlendirmek, kırsal bölgelerde hedefe özel bilinçlendirme çalışmaları yapmak yine devletin sorumlulukları arasındadır. Tarım, ulaşım, enerji ve kentleşme gibi tüm alanlarda doğayı koruyacak politikalar üretmek, doğal yaşam alanlarını, biyolojik çeşitliliği ve su kaynaklarını gelecek nesillere aktaracak stratejiler belirlemek, yeşil ekonomi ve döngüsel üretimi teşvik etmek de devletin özen göstermesi gereken konular arasındadır.
10. Sadece yasa ile değil, sosyal sorumluluk duygusuyla doğa ve hayvana yaklaşım nasıl şekillenmeli?
Yasa, sınır çizer, neyin yapılamayacağını belirler. Sosyal sorumluluk, bilinç kazandırır, Ne yapılmalıdır, onu işaret eder. Bu nedenle doğayı ve hayvanları korumak, sadece ceza almamak için değil, onların yaşam hakkını içten gelen bir saygıyla savunmakla anlam kazanır. Sosyal sorumlulukla şekillenen yaklaşımda hayvanlar süs, iş ya da görev nesnesi olarak değil; acı çekebilen, hissedebilen, yaşama hakkı olan birer canlı birey olarak görülmelidir. Aynı şekilde, doğa kaynak ya da mülk değil, bir yaşam alanı ve ortak miras olarak kabul edilmelidir.